Öncelikle size biraz mitolojideki Sirenlerden bahsedeceğim.
Kendilerini tanır mısınız bilmiyorum.
Ben size bir fotoğraf göstereyim, belki gözünüz bir yerden ısırır.
Bu cici hanımefendiler, büyüleyici sesleriyle bulundukları yere denizcileri çağırdıklarına inanılan dişi yaratıklardır. Onlar tatlı tatlı şarkılarını söylerken, büyünün etkisiyle akılları başlarından gitmiş olan denizciler rotalarını sesin geldiği yöne çevirirler. Davet kulağa hoş gelebilir ancak sirenlerin bulundukları yerin etrafı son derece tehlikeli kayalıklarla ve uçurumlarla çevrilidir. Yani aslında bu sesler ölüme davettir. Mitlere göre sirenlerin gazabından kendilerini kurtarabilmiş yalnızca üç isim var.
O üç isimden biri Odysseus’tur. Odysseus, Sirenlerin bulundukları yerden geçerken kendisini gemi direğine bağlatmıştır. Öncesinde de gemidekilerin kulaklarını balmumuyla tıkamıştır. Sağ olsun, Tanrıça Kirke… Çünkü aşağıdaki sözleriyle Odysseus’u bölgeden geçmeden önce uyaran kendisidir:
“Kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse sirenleri, yandı,
bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları.
Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,
Tatlı balmumuyla tıka ki, sirenlerin sesini duymasınlar.
İstersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,
Hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar orta direğe,
Ondan sonra dinle sirenleri doya doya.
Ama dostlarına yalvarır da dersen ki iplerimi çözün,
Bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı.”
Sirenlerin çekici ve tehlikeli seslerinin içimizdeki bazı seslerle benzerlikleri var mıdır?
İç sesler; içimizde bazen solo bazen koro halinde konuşan sesler.
İçimizde olmalarına rağmen çoğunluğu dışarıya ait olan o sesler…
Hayatımızı kendi isteğimiz doğrultusunda yaşamamızı sağlayan, bizi motive eden, bize kendi korkularını empoze etmeyen, yaşamımıza keyif ve huzur veren seslere lafım yok. Ancak özellikle karmaşa ve kararsızlık dönemlerinde ruhu korku ve endişe tuzağına düşüren, adım atmamızı engelleyen, kısacası iyi gelmeyen hatta yaşamlarımızı kötüleştiren sesler de var. Gözlemlerim doğrultusunda şunu söyleyebilirim, çoğu zaman bunlar daha baskın haldeler. İzin verdiğimiz sürece de seslerinin desibelini arttırarak ruhumuzu patlayacak hale getirebiliyorlar. Olumsuzluk içerdikleri için bu sesleri kaba saba konuşma tarzıyla tanıyabileceğinizi düşünmeyin. Yani iç sesleri analiz ederken buna aldanmamak lazım. Sirenlerin seslerinin güzelliğine kapılıp ölüme giden denizcileri biliyorsunuz… Ruhsal ölüm de bir çeşit ölüm değil midir, yaşadığını zannederken? İçimizde kim var, kim ne diyor, o denilenler hayatımızda ne kadar etkili, o etki hayatımızda olumlu mu ölümlü mü sonuçlar doğuruyor? Fark etmek ve “ben için” olanı eylemek gerekiyor.
Tanrıça Kirke Odysseus’a arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla tıkamasını, kendini orta direğe bağlatmasını, iplerini çözmelerini isterse de arkadaşlarından onu daha da sıkı bağlamalarını istemesini söylemiş…
Tıkayın iç kulaklarınızı.
Ruhunuzu, ruhunuza can katan kaynaklara bağlayın.
Kendinizi tutturun, tutacağına inandıklarınıza.
Pruvanız neta
Rüzgarınız kolayına olsun!