Ben küçükken okullar kapanır kapanmaz, yayladaki evimize giderdik. Günümüm çoğunu bahçemizde oynayarak geçirirdim. Ara sıra da arkadaşlarımla ya onların evlerinin bahçesinde ya da yayladaki boş arsalarda oynardım. Babamın “içinden bir şey çıkar” uyarıları sebebiyle bizim evin bahçesi haricinde çalı çırpıya çok bulaşmazdım. (Bahçemizde babam haşerelere karşı çok çeşitli önlemler alırdı.) Fakat adı üstünde yayla; tırtıl, karınca, örümcek, kurbağalar, cırcır böcekleri ve çeşitli eklembacaklılar son derece haşır neşir olduğum canlılardı. Hatta bir seferinde zehirli bir örümcek tarafından ısırılmış, günlerce ayağım şiş dolaşmıştım. Gelin görün ki bir tek yılana rastlamamış ancak hakkında bir duyum almıştım:
Gece gezmesinden dönerken her zamanki gibi arabanın arka koltuğunda uyuyakalmıştım. Babam arabayı garaja alır almaz da uyandırılma girişimleri başlamıştı. Bu süreç esnasında babam daima bizden önce iner, garajın ışıklarını yakardı. Verdiği onay sonrasında biz de arabadan inerdik. Bu sefer onay gelmemiş üstüne “Arabadan inmeyin, bekleyin” demişti. İşte o cümle sayesinde benim de uykum tamamıyla açılmıştı. Babam bir süre garajda oraya buraya baktı. Hatta bahçe kısmına gidip biraz da turladı. Daha sonra yanımıza gelerek “Yavruydu zaten, inebilirsiniz. Kaçtı gitti” dedi. Yavru denilince nedense aklıma kedi gelmiş, yılan olabileceğini hiç düşünmemiştim. Bahsi geçen yavru yılan da zaten çoktan kimselere dokunmadan geçip gitmişti.
Orası yaylaydı ve yılanların olması doğaldı, doğadandı.
Her ne kadar bu durum normal olsa da ertesi gün sokaktaki komşulara haber verildi. Ve bir süre herkes biraz daha dikkatli olmaya çalıştı. Mesela, olası yılanlar uzak dursunlar diye bahçelere çeşitli doğal yöntemler uygulandı, evlerde bol bol “Allah korusun” dendi falan… Gören de olmadı, duyan da… Olsaydı bilirdik çünkü komşularımız söylerdi.
Komşuluk birbirini kollamaktı. “Yarın bir gün benim de başıma gelebilir” demekti.
Geçmişten hop dönelim bugüne…
Somutu getirelim soyut bir hale!
İşin aslı “yılan” da bahane
Benim derdim “bananecilerle”
Düşünün ki bir apartmanda yaşıyorsunuz ve evinize bir şekilde yılan girmiş. Ne yaptınız ne ettiniz kendisini kapı dışarı ettiniz, üstüne de kapınızı bir güzel kapatıverdiniz. Yılan nereye gitti? Kime gitti? Aman boş verin, size dokunmayan yılan bir yaşasın.
Düşünün ki apartmanınızda bir yılan var ve o yılan hiçbir şekilde sizin evinize girmeyecek. Artık karşı komşuya mı gider, alt katınızdaki teyzeye mi uğrar, girişe yeni taşınmış bebekli genç çifte mi “merhaba” der… Bilemeyiz. Ne yapardınız?
Aman boş verin, zaten size dokunmayan yılan bin yıl yaşasın…
Canım arkadaşım, o apartmandaki yılan komşunu huzursuz ederken sen huzurlu olabilecek misin? Yılan o teyzeyi ısırırsa “aman boş ver” diyebilecek misin?
Hadi sen gitti sandın da önlemini almadın, yılan tilkiden örnek alır da kürkçü dükkanına dönmek isterse ne olacak? Ayrıca hiç mi çıkmayacaksın evinden. Ya asansörde karşılaşırsan… Ya markete giderken TISSS diye önüne çıkarsa…
NEYMİŞ?
BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YIL YAŞASIN-MIŞ!
Yılanları tenzih ederek, tamamıyla üstlerine yüklenmiş anlam üzerinden diyorum ki; yok efendim, yaşamasın… Bugün pek çok konuda öfleyip pöflüyorsak bunun altında yatan sebeplerden biri de bu söze sığınmamızdandır. Bak ben sana ne diyeceğim; sen böyle düşünürsen o yılan kılık değiştirir de bir gün gelir seni sokar.
Bu yüzden EL birliği
Bu yüzden KALP birliği
Bu yüzden AKIL birliği
PEKİ O ZAMAN NEYMİŞ?
BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR!
KARANLIKLARI AYDINLATAN GÜNEŞ GİBİ!