Geçen günlerde hafta sonu noterde gerçekleştirmem gereken bir işim oldu. Hafta sonları hizmet veren nöbetçi noterler olduğunu daha önce bilmiyordum meğer varmış. İstanbul’da, ikisi Anadolu Yakası’nda ikisi de Avrupa Yakası’nda olmak üzere dört adet bulunuyor ve ben o gün işimi hızlıca bitirebilmek için Beşiktaş’takine gittim.
İtiraf etmeliyim, gitmeden önce İstanbul nüfusu için dört adet noterin yetersiz kalacağını düşündüğümden oldukça kaygılıydım. Ancak korktuğum gibi olmadı. Noterin bulunduğu daireye girdiğimde beklediğimden daha iyi bir tabloyla karşılaştım. Evet, içeride uzun bir sıra vardı ama henüz uzunluğu ikinci katta bulunan noterin kapısından aşağı katlara uzanacak hale gelmemişti.
İçeri girer girmez numaratörden sıra numarası almak istedim ancak maalesef yoktu. Tabi bunu fark edene kadar bir süre arandım durdum. Galiba her içeri giren aynı şeyi yaptığından, sıradakilerden bir kaçı sıranın sonunu gösterme görevini üstlenmişlerdi. Haliyle sıraya girip ben de onlarla beraber beklemeye başladım. Her içeri giren kişiyle birlikte sayımız gittikçe artmaya devam ediyordu. Sıranın şekli de zamanla değişim göstermiş -U harfine dönmüştü. Ara sıra “Ben sizin arkanızdayım, tamam mı?” diyerek balkona ya da dışarı çıkanlar oluyordu. Sıranın şekli de zamanla bozulduğu için başı ve sonu hatırlamak daha da önemli bir mevzu haline gelmişti. Ortam kalabalık ve yer dardı. İşlemler de uzun sürüyordu. Dolayısıyla sıramızı kaybetmemek için her birimiz önündeki kişiyi kendine kılavuz olarak belirlemiştik. Pek çoğumuzun yanında, benim olduğu gibi, birileri vardı. Kimisi araba alım-satım derdindeydi, kimisi vekaletname onaylatma… Tüm bu işlemleri gerçekleştiren dört görevli vardı. İşin kötüsü öğle arası da yaklaşıyordu.
Sizce ortamda nasıl bir hava vardı?
Genelde böyle zamanlarda ve ortamlarda havada stres dalgaları salınır öyle değil mi?
Hiç de öyle değildi.
Aslen İstanbullu olmayan, Türkiye’nin pek çok yerinden insanlardık. Mesela ben aslen Hataylıyım ama yanımda Trabzonlular vardı. Giyim kuşam derseniz hepimiz çeşit çeşittik. Eğitim durumlarımız, inançlarımız, konuşma tarzlarımız da birbirinden farklıydı. Hepimiz çok az gergin ama bolca rahattık. Kendi aramızda o kadar güzel sohbetler hatta şakalaşmalar oluyordu ki… Sık sık “Hayırlı Olsun” deniyordu. Gişedeki görevliler de üstlerindeki iş yüküne rağmen son derece pozitiftiler. Yardımcı olabilmek adına açıklamalar yapıyor, hiçbir soruyu ya da sorunu kestirip atmıyorlardı. İşlem sırasında sıkça gülümsediklerini gördüm.
Birbirlerini tanımayan ama sohbet edecek konular bulabilen, sabırlı, anlayışlı ve arada kahkaha atan insanlardık. Dahası telefon ekranına suratını gömmüş, anca bir soru sorulmuşsa ve ona cevap verecekse birbirinin yüzüne bakan kişiler değildik.
O esnada, o ortama şöyle uzaktan ve yukarıdan baksanız, resmi dairenin fiziksel yapısının gri olduğunu ama aslolan renginin turuncu olduğunu görebilirdiniz.
Özlemişiz, bir arada sohbet edebilmeyi…
Özlemişiz, ekranlara değil de birbirimizin yüzüne bakmayı…
Özlemişiz beraber gülmeyi…
Özlemişiz birbirimizi…
Aramızdan biri
“Yahu iyi ki bozulmuş, ne güzel birbirimizle konuşuyoruz.” dedi.
Birimiz hepimiz olduk, onayladık.
Nöbetçi noter bilgisi için:
https://portal.tnb.org.tr/Sayfalar/NobetciNoterBul.aspx